top of page

Depresyon, kimyasal dengesizlikten kaynaklanmıyorsa, neden kaynaklanıyor?

Kimyasal dengesizlik depresyonu açıklamıyor. Peki ne açıklıyor?

Depresyonun sebepleri serotonin hipotezinin sunduklarından çok daha karmaşık.


Depresyonun basit bir açıklaması olduğunu düşündüğünüz için affedildiniz.

Aynı düşünce, yani duygudurum bozukluğunun beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığı düşüncesi, doktor muayenehanelerinde, tıp kitaplarında ve ilaç reklamlarında sıkça tekrarlanır. Bu reklamlar bize depresyonun beyindeki dengesiz kimyasallara ince bir ayar çekerek düzelebileceğini söyler. Tek ve en büyük problem de şudur ki, bu açıklama doğru değil.

“Kimyasal dengesizlik” tanımı doğru ya da yanlış olarak kabul edilemeyecek kadar geniş bir tanım, konu beyin ve tüm karmaşıklığı olunca pek de bir anlam ifade etmemekte. Sıklıkla depresyonla özdeşleşen kimyasal haberci olan serotonin depresyonu açıklayan tek ana şey değil. Aynı şey beyindeki diğer kimyasallar için de geçerli.

Kabul etmesi zor olan gerçek şudur ki, on yıllardır yapılan geniş çaplı araştırmalara rağmen hala depresyonun ne olduğunu bilmiyoruz. Bariz bir tanımı ya da beyinde veya kanda fark edebileceğimiz bariz belirtileri yok.

Bu durumda olmamızın sebebi en az hastalığın kendisi kadar karmaşık. Yıllar öncesinde yaratılan ve depresyon için sıklıkla kullanılan ölçümler, özellikle bazı gruplar için bazı önemli semptomları görmezden gelmekte ve diğerlerine gereksiz önem göstermekte. Depresyon mükemmel bir şekilde ölçülebilir olsaydı dahi hastalığın, beyindeki minik moleküllerin biyolojik birleşmelerinden koca dünyanın etkisine varana kadar sayısız karmaşık katmanı bulunmakta. Genetiğin, kişiliklerin, tarihin ve hayat şartlarının sayısız kombinasyonu birleşip bu hastalığı herhangi birinde yaratabilir. Bilimin takılıp kalmış olmasına şaşırmamak gerek.

Cleveland’daki Case Western Reserve Üniversitesi’nden Awais Aftab yanlış olduğunu söylese dahi basit “kimyasal dengesizlik” açıklamasının gözde olmasına şaşırmamak gerek diyor. Depresyonun sebebi oldukça karmaşık diyor, “sloganla ya da ilgi çeken kelimelerle kolaylıkla anlatılabilecek bir şey değil.”

Ve işte, en baştan uyarımızı yapıyoruz, bu hikayenin sonunda tatmin edici bir son olmayacak. Buradan depresyonun bilimsel bir açıklamasıyla ayrılmayacaksınız çünkü öyle bir şey yok. Ancak Aftab’ın söylediğine göre, depresyon araştırmacılarının yolu açık. Detaylar, karmaşıklık ve mükemmel olmayan verilerle boğuşmayı gerektiriyor.

Zorlu araştırmalar devam ediyor. Aftab, “Bazı gerçekten ilgi çekici ve heyecan verici bilimsel ve felsefi çalışmalar oldu,” diyor. Ne kadar yavaş olursa olsun, bu ilerleme onu ümitlendiriyor ve nihayetinde depresyonun ağırlığı altında ezilen dünyadaki milyonlarca insana yararı dokunabilir.

Depresyon nasıl ölçülür?

Depresif hisseden çoğu kişi bir muayenehaneye gider ve ellerine bir liste verilir. Uykuya dalmakta güçlüğe “evet”, kilo kaybına “evet” ve depresif moda da “evet”, bütün bu puanlar toplanır ve bir hesap yapılır. Yeterince yüksek bir puan teşhisi beraberinde getirebilir. Bu işlem çok düz görünüyor. Ama değil. Aftab, “Depresyonun ölçülmesindeki en basit sorunlar bile hala tartışmaya açık,” diye belirtiyor.

Bu yüzden de, Ruhsal Bozukluklar İçin Teşhis ve İstatistik El Kitabı’nın, ya da DSM-5’in beşinci baskısında yer alan standart tanımla birlikte depresyonu incelemek için onlarca metot var. Bu el kitabı, hastalık kategorilerini standartlaştırmayı amaçlar.

Hollanda’daki Leiden Üniversitesi’nden klinik psikolog Eiko Fried, teşhisteki bu çeşitliliğin alan için bir sorun teşkil ettiğini ve hastalığın kendisinin tam olarak anlaşılmadığını gösterdiğini belirtiyor. Fried, günümüzde kullanılan depresyon teşhisi metotlarının insanları “oldukça zayıf, küçük gösteriyor” olduğunu söylüyor.

Bu ölçümler önemli semptomları es geçerek insanları dışarıda bırakabilir. Mesela, araştırmacıların Lancet Psychiatry’de 2020’de açıkladığına göre, “zihinsel acı” depresyonlu hastalar ve bakıcıları tarafından hastalığın önemli bir özelliği olarak tanımlanıyordu. Ancak standart depresyon teşhisi sırasında bu ifadenin bahsi geçmiyor bile.

İtalya’da yer alan Pavia Üniversitesi’nden klinik psikolog Alina Cristea, bu sorunun sebeplerinden birinin de depresyonun doğası gereği oldukça kişisel bir deneyim olmasına yoruyor. Bireysel hasta şikayetlerinin hastalığı teşhis etmede genellikle en iyi araç olduğunu belirtirken, “Bu bireysel elementleri asla görmezden gelemeyiz,” diyor.

20. yüzyılın ortalarında depresyon teşhisi bireysel sohbetler ve psikanaliz ile konurdu ve bazıları tarafından ruh hastalığı olarak görülürdü. 1960’ta psikiyatrist Max Hamilton, gidişatı objektifliğe doğru yöneltmeye çalıştı. İngiltere’de Leeds Üniversitesi’nde çalışırken bir depresyon ölçeği yayımladı. Günümüzde genellikle HAM-D ya da HRSD kısaltmalarıyla tanınan bu ölçek, en sık kullanılan depresyon ölçümü araçlarından biri ve sıklıkla depresyonu ölçen çalışmalarda ve muhtemel tedavilerin olasılığını değerlendirmede kullanılıyor.

Fried, “Bu 1960’larda yapılmış bir ölçek için oldukça harika bir şema,” diyor. Nisan ayında Nature Reviews Psychology’de Fried ve iş arkadaşları, HRSD yayınlandığından beri “Ay’a ayak bastık, interneti icat ettik ve insanların ceplerine sığacak kadar küçük bilgisayarlar yarattık” diye yazdılar. Ancak bu 60 yıllık araç hala üst seviyede.

Hamilton, ölçeğini hali hazırda depresyon teşhisi konmuş hastaları inceleyerek ortaya çıkardı. Hastaların kilo kaybı ve yavaşlayan konuşma gibi semptomları vardı. Fakat ne bu semptomlar her depresyon hastasında görülüyor ne de semptomların nüanslarını yansıtıyorlar.

Bu nüansları ortaya çıkarmak için Fried, Hamilton’ın ölçeği de dahil olmak üzere yedi farklı ölçekte yer alan 52 depresyon semptomuna göz attı. Genellikle her semptom yedi ölçeğin üçünde vardı. Fried’ın 2017’de Journal of Affective Disorders’ta belirttiğine göre semptomların yüzde 40’ı sadece bir ölçekte bulunuyordu. Yedi ölçekte de bulunan ortak semptom ne miydi? “Üzgün ruh hali”.

3703 insan tarafından bildirilen depresyon semptomlarını inceleyen bir çalışmada Fried, ve Ann Arbor’da yer alan Michigan Tıp Okulu’ndan bir evrimsel psikiyatrist olan Randolph Nesse, 1303 benzersiz semptom profili saptadı. Araştırmacıların 2015’te Journal of Affective Disorders’ta yayımladığına göre katılımcıların yaklaşık yüzde 14’ü başkasıyla eşleşmeyen birçok semptomu bir arada yaşıyordu.

Güvenilir termometreler ortaya çıkmadan önce derece konseptini anlamak güçtü. Elinizde ölçmek için gerekli araçlar olmadan sıcak ve soğuğun ardındaki gerçeği nasıl anlarsınız ki? Fried, “Anlamazsınız,” diyor. “Berbat bir ölçüm yaparsınız ve elinizde ne olduğuna dair berbat bir teori olur.”. Depresyonun da benzer bir zorluğu olduğunu söylüyor. Elinizde iyi ölçekler olmadan nasıl depresyon tanısı koyarsınız, semptomların tedaviyle daha iyi hale geleceğini bilirsiniz ya da en baştan onları nasıl önleyebilirsiniz ki?

Kimler depresif?

2020’de yayımlanan bir veriye göre, Amerika’da yer alan 21 milyon yetişkin geçtiğimiz sene büyük bir depresyon nöbeti yaşadı, ki bu da yaygınlık yüzdesini %8.4’e getiriyor. Bu veriler özellikle kadınlar, 18-25 yaş arasındaki insanlar ve iki ya da daha fazla ırktan olan insanlar arasında daha yaygın. Ancak depresyon teşhisi için kullanılan bu geniş kapsamlı ölçekler bazı toplumlar arasındaki gerçek yüzdeleri tam olarak yakalayamayabilir.

Depresyon cinsiyete, ırka ve kültüre göre fark gösteriyor

Bu depresyon ölçeklerinin kimler için geçerli olduğu düşünülünce olay daha da karmaşıklaşıyor. Semptomlar insan toplulukları arasında farklılaşıyor ve bu da teşhisi bazı gruplar için daha da az güvenilir hale getiriyor.

John Hopkins Bloomberg Toplum Sağlığı Okulu’ndan davranış bilimci Leslie Adams siyahi erkeklerde depresyonu araştırıyor. “Depresyonun iş hayatlarını, sosyal yaşamlarını ve ilişkilerini kötü bir şekilde etkilediği çok bariz. Ancak diğer gruplarla aynı oranda teşhis edilmiyorlar,” diyor. Mesela, 2007’de JAMA Psychiatry’de araştırmacıların yayımladığı bilgiye göre, beyazlarda hayatları boyunca majör depresyon hastalığının görülme riski neredeyse yüzde 18 iken siyahilerde bu risk yüzde 10.4. Bu çelişki Adams’a, “Teşhis araçlarında bir sorun olabilir mi?” sorusunu sorduruyor.

Gerçekten de varmış. BMC Public Health’te 2021’de Adams ve iş arkadaşlarının açıkladığına göre depresyonlu siyahilerde iç çatışmalar, diğerleriyle iletişime geçmeme ve toplum baskısını hissetme gibi çoğu ölçekte yer almayan bazı karakteristik özellikler olduğu ortaya çıktı. Adams, birçok depresyon ölçeğinin bu semptomları ortaya çıkarmayan sorulara dayandığını belirtti. “’Çok mu üzgünsün?’, ‘Ağlıyor musun?’. Herkes duygularını aynı şekilde yaşamıyor,” diyor. “Bir şeyleri gözden kaçırıyor olabilirsiniz.”

Adams ve ekibinin başka bir araştırmada ortaya çıkardığına göre Amerika’nın güneydoğusunda yaşayan Kızılderili kadınların da ölçekler tarafından tam anlamıyla saptanamayan semptomları var. Ayrıca bu kadınlar direkt olarak kendileri için bir depresyonu işaret etmeyen, ancak daha geniş kitleler tarafından bu şekilde değerlendirilen deneyimler de bildirdi.

Adams, çoğu ölçekte “bu grupların depresyon deneyimini tam olarak ortaya çıkaramayan bazı elementler var” diyor. Mesela, sıkça sorulan bir soruda hastalara “Yaptığım her şeyin çaba gerektirdiğini hissettim” ifadesine ne kadar katıldıkları soruluyor. Adams, “Bu depresyonla direkt bağlantılı olmayan başka şeylerle de ilgili olabilir,” diyor. Aynı şey, “İnsanlar benden hoşlanmıyor” ifadesi için de geçerli. Farklı ırklardan gelen, ırkçılık ve dışlanmayla yüzleşen biri depresif olmasa da buna katılabilir diyor.

Depresyonu teşhis etme yöntemlerimiz işin sadece çok küçük bir kısmını kapsıyor. Aynı şey beyinde olanları anlama kapasitemiz için de söylenebilir.

Sorunlu serotonin hipotezi

Serotonin aslında biraz da kazara keşfedilen, seçici serotonin geri alım engelleyici ya da SSRI olarak da bilinen ve serotonin alıcılarını etkileyen ilaçların keşfedilmesiyle ilgi çekti. 1960’ların sonunda başlayan “serotonin hipotezi” 90’larda, reklamcıların izleyicilere SSRI’ların depresyona sebep olabilen serotonin düşüklüğüne iyi geldiğini söyleyen reklamlar yayınlanmasıyla birlikte iyice ivmelendi. Bu mesajlar insanların depresyon hakkında düşüncelerini ve yorumlarını değiştirdi. Basit bir biyolojik açıklaması olması, insanların kendi kendilerine düzelememelerinin getirdiği utanç duygusunu hafifletmesi sebebiyle bazı insanlara ve doktorlarına yardımcı oldu. Doktorlara bu duygudurum hastalığı konusunda konuşma yolları tanıdı.

Ama bu oldukça basitleştirilmiş bir tanımdı. Temmuz’da Molecular Psychiatry’de yayımlanan yeni bir inceleme, düşük serotonin seviyesinin depresyona sebep olduğuna dair tutarlı veriler bulamadı. Bazı manşetlerde bu araştırmanın serotonin hipotezinin sonu olduğu belirtildi. Depresyon araştırmacılarına göre ise bu bulgular şaşırtıcı değildi. Çoğu zaten bu basit tanımın yararlı olmadığını fark etmişti.

Copenhagen Üniversitesi’nden Nörofarmakoloji uzmanı olan Gitte Moos Knudsen’in bir araştırması da dahil olmak üzere, serotonin ile dopamin ve noradrenalin gibi diğer kimyasal habercilerin depresyonla bir şekilde ilgili olduğunu belirten bir sürü veri var. Knudsen ve iş arkadaşları yakın zamanda, bir depresif nöbetin ortasında olan 17 kişinin belirli beyin bölümlerinde, depresyon hastası olmayan 20 kişiye göre daha az serotonin salgıladığını keşfetti. Bu küçük bir araştırma fakat yaşayan depresyon hastalarının beyinlerindeki serotonin salgısına odaklanan ilk araştırmalardan biri.

Ancak Knudsen, Biological Psychiatry’de Ekim’de yayımladığı yazısında bu sonuçların depresyonun sebebinin sadece düşük serotonin seviyesi olmadığının üstünde durdu. “Basit açıklamalara boyun eğmek çok kolay,” diyor.

SSRI’lar aslen moleküler bir engel oluşturarak serotoninin sinir hücrelerine tekrar emilmesini engelliyor ve bu sayede de hücreler arasındaki serotonin seviyesinin düşmemesini sağlıyor. Bu seviyenin düşmemesinin de, sinir hücrelerinin aktivitelerini insanların daha iyi hissetmesini sağlayacak bir hale gelmesini sağladığı düşünülüyor.

İlaçlar depresyon hastalarının yarısındaki semptomların hafiflemesini sağladığı için depresyonun serotonin bazlı problemlerden kaynaklandığını düşünmek mantıklı görünüyordu. Ancak tedavinin bir şey yaparak işe yaraması hastalığın aksi yönde çalıştığı anlamına gelmiyor. Boston’daki Tufts Tıp Üniversitesinden psikiyatrist Nassir Ghaemi’nin Ekim ayında Psychology Today’de yayımladığı yazıya göre bu tersine mantık. Aspirin baş ağrısına iyi gelebilir fakat baş ağrısının sebebi düşük aspirin seviyesi değildir.

Knudsen, “Günümüzde depresyonun ne olduğuna dair daha detaylı bir fikrimiz var,” diyor. Sorunsa bu detayları bulmakta. “Hastalara karşı dürüst olmalıyız ve bunun hakkında her şeyi bilmediğimizi kabul etmeliyiz,” diyor.

Beyinde serotonini algılayan yedi ayrı çeşit alıcı bulunuyor. Dopamin ve noradrenalinleri algılayan diğer haberci alıcıları ise bunların arasında yok bile. Ve bu alıcılar birçok farklı sinir hücresinde bulunuyor, bazıları serotonin algılayınca sinyal yollarken bazıları da sinyalleri yavaşlatıyor. Ve serotonin, dopamin ve noradrenalinlerse birbirine bağlı beyin yapısında bilgi taşıyan onlarca kimyasaldan sadece birkaçı. Bu karmaşa o kadar büyük ki “kimyasal dengesizlik” lafını anlamsız kılıyor.

Aftab, düşük serotonin seviyesi depresyona sebep oluyor ya da düşük serotoninin bununla bağlantısı yok gibi aşırı basitleştirilmiş iddialar bizleri sadece engelliyor diyor. “Bu sadece faydasız bir ikilik oluşturuyor.”

Depresyon araştırması dünyayı görmezden gelemez

Aftab, 1990’larda depresyon araştırmacılarının beyne fazlasıyla odaklandığını söylüyor. “Beynin depresyona sebep olan bozuk kısmını bulmaya çalışıyorlardı.” Aftab, bu dar bakışın “depresyon araştırmasına cidden zarar verdiğini” söylüyor. Yaklaşık olarak geçtiğimiz 10 yılda “bu tarz bir bakış açısının bizlere cevapları vermeyeceğine dair genel bir kanı var”.

Cristea, depresyonu beynin biyolojisinde yer alan bazı problemlerle sınırlamak işe yaramadı diyor. “10 yıl önceki bir doktor, nörolojinin bizlere damgaları vereceğini hayal ederdi. İşaretlere bakıp ‘Tamam. Sana şu ilacı vereceğiz. Sana şu terapiyi sağlayacağız’ diyebilecektik. Ama bu olmadı.”. Dediğine göre bunun bir sebebi de depresyonun basitleştirmesi, ölçmesi ve laboratuvarda çalışması zor, “doğası gereği karmaşık bir hastalık olması”.

Arkadaşlıklarımız, sevdiklerimiz, aksilikler ve stresimiz sağlığımıza etki edebilir. Amerika’da mesleklerinin ilk yılında olan doktorlara odaklanan yeni bir araştırmaya bakalım. Bilim insanlarının Ekim ayında New England Journal of Medicine’de yayımladığına göre bu doktorlar fazla çalıştıkça depresyona rastlama oranı da artıyordu. Benzer eğilimler demans hastalarının bakıcıları ve COVID-19 pandemisi sırasında acil bölümlerini açık tutan sağlık çalışanları için de geçerli. Yaşadıkları büyük stres bir şekilde depresyona sebep olmuş olabilir.

Aftab, “Depresyon dünyanın durumuyla bağlantılı ve bunu inkâr edemeyiz,” diyor.

Depresyon ölçeklerinin sormadıkları

Bir kavram haritalama çalışmasında, siyahi erkeklerin ve siyahi erkeklerin sağlıklarıyla ilgilenen siyahi kadınlar ve doktorların da dahil olduğu bir gruptan depresyon semptomlarının tanımları alındı ve bunlar altı kategoriye ayrıldı; fiziksel durumları, duygu durumları, azalan azim, diğerleriyle iletişim, içsel çatışmalar ve sosyal baskılar. Diğerleriyle iletişim ve içsel çatışmalar, üstünde sıklıkla çalışma yapılan üç depresyon değerlendirmesinin sadece birinde soruluyordu. Sosyal baskılar ise bu üç değerlendirmenin hiçbirinde yoktu.

Üç ölçekte de yer alanlar

Fiziksel durum: Bu kategorideki açıklamalarda yüksek tansiyon, kendine zarar verme ya da intihara meyilli davranışlar, aşırı yeme, uykusuzluk, kalp çarpıntısı ve kilo kaybı ya da alımı bulunuyor.

Duygudurum: Bu kategorideki açıklamalarda “hemen hazırlanıp çıkamama” durumu, motivasyon eksikliği, öfke, tükenmişlik, ümitsizlik, sinir, endişe, ağlama atakları, düşük özgüven, sıkışmış ve kontrolsüz hissetme durumları bulunuyor.

Azalan azim: Bu kategorideki açıklamalarda pasaklı görüntü, görevleri ve hayattaki hedefleri yerine getirememe durumu, aileye bakamama hali ve esrar, sigara ve alkol gibi maddelerin kullanımı bulunuyor.

Bir ölçekte yer alanlar

Diğerleriyle iletişim: Bu kategorideki açıklamalarda e-postalara bakmama, telefonlara cevap vermeme, diğerlerinden uzaklaşma, günlük aktivitelerden geri çekilme, insanlara karşı değişken davranışlar, körelmiş duygu gösterimi ve romantik ilişkileri sürdürmede zorlanma gibi düzgün iletişim kuramama sorunları yer alıyor.

İç çatışma: Bu kategoride olumsuz hayat görüşü, suçlu hissetme, yetersiz hissetme, saldırıya uğramış ya da savunmacı hissetme, yaşlanma karşısında savunmasız hissetme ve artan bir korku ve dehşet hissi yer alıyor.

Ölçeklerde yer almayan

Sosyal baskılar: Bu kategorideki açıklamalarda dış görünüşe dikkat edememe durumu, günümüzün politik ortamının bilinmeyen sonuçlarından korku hali, başarı ve güce dair kültürel kurallara bağlılık, iş ve günlük hayat dengesini sağlayamamak, alınan eşyalarla mutlu olma beklentisi ya da dini birimlere katılımı arttırmak gibi durumlar yer alıyor.

Adams, günümüzdeki depresyon araştırmalarının daha çok genele odaklanması gerektiğini söylüyor. “Tek bir çözüme dayanamayacağımız kadar çok etkili faktör var,” diye belirtiyor. Nöroloji ve genetik alanında yapılan çalışmalar hastalıkta etkili olabilecek beyin devrelerini, kimyasal habercileri, hücre çeşitlerini, molekülleri ve genleri bulmamıza yardımcı oldu. Ama araştırmacılar bununla yetinmiyor. Adams, “Bulamadığımız başka kanıtlar var,” diyor. “Nörolojik gelişmelerimizle birlikte toplum sağlığında ve psikolojik çalışmalarda da benzer gelişmeler olmalı.”

Oluyor da. Onun açısından, Adams ve iş arkadaşları 12 ve 18 yaşları arasındaki siyahi ergenlerin günlük hayatlarındaki anlık stres faktörlerini telefon anketleriyle ölçtükleri bir araştırmaya başladılar. Cevapların depresyon ve intihar riski konusunda bazı ipuçları sunacağını umuyor.

Diğer araştırmacılar problemi incelemenin birçok farklı yolunu birleştirmeye çalışıyor. Mesela Fried, diğer alakalı sistemleri de içine alan yeni depresyon konseptleri geliştiriyor. Bir antidepresan kullanarak ya da uyku düzeninizi değiştirerek sistemin geri kalanının buna nasıl tepki verdiğini görüyorsunuz.

Bu tarzdaki yaklaşımlar problemin karmaşıklığını kavrıyor ve bunu çözebilecek yollar bulma peşine düşüyor. Depresyon için asla basit bir açıklama bulamayacağız, şu anda bunun olamayacağı gerçeğini öğreniyoruz. Depresyonun pençesinde olan insanlar için bu acımasız bir söz gibi gelebilir. Ancak bu sorunu açık açık görmek belki de bizi ileriye taşıyan şey olabilir.

Depresyon hakkında bildiğinizi sandığınız şeyler muhtemelen yanlış

Hepimiz depresyonun beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını duyduk ama bilimin gösterdiğine göre gerçek bundan çok daha karmaşık.

Depresyon hakkındaki serotonin hipotezi nedir?

Serotonin hipotezi depresyonun beyinde serotonin isimli kimyasal haberciden yeteri kadar olmamasından kaynaklandığını savunuyor. Benzer bir fikir de beyindeki kimyasalların dengesinin bozulduğu.

Neden popülerleşti?

SSRI denen ilaçlar serotonin düşüklüğünü çözerek depresyonu tedavi ettiği şeklinde pazarlandı. Bu ilaçlar aşağı yukarı depresyonlu hastaların sadece yarısındaki semptomlara iyi geliyor.

Depresyon hakkındaki serotonin hipotezi neden yanlış?

Çok basit olduğu için. Depresyon için bariz bir açıklama yok ve beyinde ya da kanda gözle görülür bir belirtisi de yok. Beyindeki sayısız küçük molekülden tutun kişinin hayatında yaşadıklarına kadar depresyonu etkileyen birçok faktör var.

Depresyon üstünde çalışırken hangi faktörler göze alınmalı?

Depresyon semptomları insandan insana bir hayli değişiyor ve sıklıkla kullanılan depresyon ölçekleri bazı önemli semptomları atlayabiliyor. Ayrıca depresyon belirtileri topluluklar arasında da değişkenlik gösteriyor ve ırk, cinsiyet ve kültürden etkilenebiliyor. Dahası, arkadaşlıklarımız, sevdiklerimiz, yaşadığımız aksilikler ve stres de akıl sağlığımızı etkileyebilir.


Kaynak: ScienceNews

Editör: Rumeysa Ünlü

bottom of page